Sifiliz

Frengi ve lues gibi adlarla anılan hastalık en eski hastalıklardan biri olup ancak 16.yüzyılda Avrupa’da yaptığı epidemi nedeniyle dikkate alınmış ve tanımlanmştır. Ülkemizde ilk kez 1505 yılında cerrah İbrahim Abdullah tarafından bu hastalıktan söz edilmiştir. Günümüzde sifiliz hala ana sağlık problemlerden biri olmaya devam etmektedir. Her yıl yaklaşık 12 milyon yeni infeksiyöz sifiliz vakası ortaya çıkması tahmin edilmektedir.

Etyoloji

Sifiliz etkeni mikroaerofilik bir spiroket olan Treponema pallidum ’dur. Özellikle karanlık alan mikrosbisinde çok hareketli olan bu mikroorganizmanın 3 özgün hareketi mevcuttur: burgu, dalgalanma ve uzayıp kısalma). Giemsa boyası ile pembe ve soluk boyanır, çini mürekkebi ve gümüşleme ile de boyanabilir. Şimdiye kadar doku kültürlerinde ve cansız besiyerinde kültürü yapılamamıştır. Çok hassas bir mikroorganizmadır, kuruluğa dayanamaz ve tuzlu su ve gliserin etkisi ile hareketsiz kalarak ölürler. Kanda ise 2-3 gün içinde ölürler.

Sınıflama

1) Edinsel: Erken sifiliz (1. ve 2.evre), Latent sifiliz, Geç sifiliz (3.evre)

2) Doğumsal: Erken doğumsal, Geç doğumsal

1. Evre

Yaklaşık 1 ay (10-90 gün) kuluçka dönem sonrası mikroorganizmanın giriş yerinde sifilitik şankr dediğimiz lezyonla ortaya çıkar. Yara çıkışından 1 hafta sonra bölgesel bilateral LAP gelişir. Yumuşak, mobil ve alt dokulara yapışık olmayan karakterdedir. Sifliz şankrı canlı kırmızı renkte olup, parlaktır ve özellikle ağrısızdır. %95 oranında genital bölgede yerleşir. Nadir de olsa diğer bölgelerde örneğin dil, dudak, yanak, boyun, kulak memeleri, parmaklarda görülebilir. Bu dönem yaklaşık 6-8 hafta sürer ve hasta tedavi edilmese bile şankr kendiliğinden Sikatris bırakmadan iyileşir. Şankrın tabanı sert ve indüredir. Bu özellik sifiliz ve ulkus molle ayrımında önemlidir. Ulkus mollede ise ülser tabanı düzensiz ve girintili-çıkıntılı olup zemin yumuşaktır.

2. Evre

Bu dönem 1. evreden hemen sonra veya 2-6 ay sonra ortaya çıkabilir ki buda hastanın bağışıklık sistemine bağlıdır. Bu evrede mikroorganizma kan ve lenf yoluyla tüm organlara yayılabilir. Semptomların en çok ortaya çıktığı dönemdir. Ateş, yorgunluk, kırgınlık, halsizlik, kas ağrıları sıkgörülür. Hastalığın en bulaşıcı dönemidir ve tüm dokularada yüksek oranda Treponema pallidum bulunur.

Deri belirtileri olarak roseola syphilitica en önemli olanıdır. Genellikle gövde ve kollarda görülen yaygın eritemidir. Rozeoller viral ekzantemler ile karışabilir. Papüllü belirti olarak sifiliz papüloza milyaris gövdede yerleşir ve kaşıntısız toplu iğne başı büyüklüğünde bakır kırmızısı renginde sert bir papüldür. Diğeri ise sifiliz papüloza lentikülaris gövde ve ekstremitelerde yerleşir, mercimek büyüklüğünde bakır kırmızısı renginde gözlenir. Tanıda bu lezyonların özel dizilimleri önem arz eder, örneğin alın-saç sınırında lineer yerleşim gösterenlere ‘Corona Veneris’ adını verilir. Burun kantlarının kenarlarında yan yana yerleşmiş ve üzerinde yağlı skuam bulunanlara ‘Certificat de Verol’ denir. Sifiliz papüloza numularis ise lentiküler papüllerden daha büyük, pembe-kırmızı renginde, yuvarlak veya oval olup bazen sert skuamla örtülüdür. Bu nedenle sifiliz papülo-skuamoz veya psoriaziform sifiliz de denir. Genital bölgede yerleşenlerin bazen üzerinde erozyon gelişebilir, hipertrofik ve vejetan bir karakter alırlarsa bunlara ‘kondiloma lata’ adı verilir. Kondiloma lata deri renginde veya hafif pigmente, üzeri düz, nemli, sızıntılı ve masere lezyonlar olup bulaşıcıdırlar. Bazen papüllerin üzeri karnıbahar tarzında vejetasyonlarla kaplı olabilir.

Sekonder sifilizin deri belirtileri tedavi edilmese bile 1-2 hafta içinde sikatris bırakmadan iyileşir. Bazen hipopigmentasyon bırakarak boyunda iyileşen lezyonlara lökoderma kolli veya venüs’ün kolyesi adı verilir. Dil ve ağız mukozasında sık tutulan yerlerdir. Ağız mukozasında sifilize özel bir angina oluştuğunda buna ‘Angina Syphilitica Zive Specifica’ denir. Tonsiller ödemli ve serttir, etrafı kırmızı üzerleri gri-sarımtırak cerahatli bir örtü ile kaplıdır.

Sifiliz lezyonları epiglota yerleşip ses kısıklığına neden olabilirler. Ağız içi lezyonlar özellikle lökoplazi, liken planus, kıllı lökoplazi ve kandidiyazisten ayırt edilmelidir. Püstüler lezyonlar sifilizde seyrek görülür. Yüz ve gövdede yerleşen küçük püstüllere sifilitik akne denir. Büyük püstüller ise variola veya varisellaya çok benzediği için variola sifilitika denir.

Hastaların %3-7’sinde alopesi gelişebilir. Sifiliz tedavi edildikten sonra alopesi tamamen iyileşir. Kaşların dış tarafları dökülebilir ki buna Omnibus belirtisi denir. Sifilizde saçların tamamen dökülmesine ‘Alopecia specifica diffusa’ denir. Sifiliz tırnakta kırılma, yüksek tırnak, çukurlaşma, fissür, distrofi ve onikolizise neden olabilir, bu bozukluklara ‘Onychia syphilitica’ denir. Sifilize bağlı septisemi nedeniyle polilenfadenopati gelişmesi kaçınılmazdır, boyun, koltuk altı, ense ve kulak arkasında gelişebilir, özellikle epitroklear lenf nodüllerinin simetrik büyümesi sifiliz için tipiktir.

Konjenital Sifiliz

Treponema pallidum plasentayı kolaylıkla geçerek fetusu enfekte edebilir. Transplasental ve doğum esnasında mikroorganizma fetus veya yenidoğana bulaşabilir. Gebeliğin erken dönemlerinde anne tedavi olursa hastalığın önüne geçmek mümkündür. Spiroketler gebeliğin 14. haftasından itibaren plasentayı geçerek fetusu enfekte edebilirler. Gesatsyon yaşı artıkca bu riskte artacaktır. Tedavi olmamış primer ve sekonder sifilizli annelerin %25’ınde fetus doğum öncesi dönemde kaybedilir. Gebeliğin 18. haftasından sonraki erken infeksiyonlar genellikle spontan abortusla sonuçlanır. Konjenital sifiliz erken (ilk 2 yıl) ve geç (2 yıldan sonra) olmak üzere iki döneme ayrılır.

TOP